Türkiye’de tablo biraz karmaşık. Yasal olarak haftada 45 saat çalışıyoruz ama işin gerçeği bambaşka. Ortalama 47-48 saat çalışıyoruz. Yani herkes neredeyse haftada üç saat fazladan mesai yapıyor. Hatta çalışanların önemli bir kısmı haftada 50 saatin üstüne çıkıyor. Dünyayla kıyasladığımızda da epey öndeyiz. Ama işin ilginç tarafı şu ki tatil günlerinde de Avrupa’da en öndeyiz. Bayram tatilleri 9-10 güne uzuyor, resmi tatiller derken yıl içinde 100 günü geçen tatilimiz var. Yani bir yandan çok çalışıyoruz, bir yandan çok tatil yapıyoruz.
Peki dünya ne yapıyor? Belçika, İngiltere, İspanya gibi ülkeler 4 gün çalışma modelini deniyor. Çalışanlar 3 gün tatil yapıyor ama maaş aynı kalıyor. Ve dikkat edin, verimlilik düşmüyor. Tam tersine çalışan daha mutlu, daha sağlıklı oluyor. Çünkü ailesine, kendine daha çok zaman ayırabiliyor. Kısacası huzurlu çalışan, daha iyi iş çıkarıyor.
Ama işin Türkiye tarafında hep aynı soru soruluyor: “Peki ücretimiz ne olacak?” Haklı bir kaygı. Kimse maaşından, tazminatından olmak istemez. Bu yüzden düzenlemelerde “tam ücret” olmazsa olmaz.
Pandemiden sonra uzaktan çalışma da bir gerçek haline geldi. Birçok şirket ofise dönse bile, uzaktan çalışmayı tamamen bırakamadı. İşveren maliyetlerini azalttı, çalışan da evden çalışmanın rahatlığını gördü. Ama işin hukuki kısmı hâlâ oturmuş değil. Fazla mesai ödemeleri, iş güvenliği, özlük hakları… Bunların netleşmesi gerekiyor.
Tabii her sektör için aynı modeli uygulamak mümkün değil. Sağlık çalışanı, öğretmen, fabrika işçisiyle ofis çalışanını aynı kefeye koyamayız. Kiminde esnek çalışma mümkün, kiminde değil.
Sonuçta hepimizin istediği çok basit: İşimizi yaparken hayatı kaçırmamak. Kaç saat çalıştığımızdan çok, o zamanı ne kadar huzurlu ve verimli geçirdiğimiz önemli. Belki de önümüzdeki yıllar bize şunu gösterecek: Çalışma hayatında başarı, saatleri doldurmakla değil, insanı mutlu etmekle mümkün.