Telefon meselesi de aynı. İki yıllık telefon gayet güzel çalışıyor ama yeni modeli çıkınca elimiz kaşınmaya başlıyor. Reklamda öyle bir anlatıyorlar ki sanki o telefonu alınca hayatımız düzelecek, bütün dertler bitecek. Halbuki ertesi gün yine aynı biziz.
Bir de kahve işi var. Evde bir fincan kahve yapmaya üşeniyoruz, gidip zincir bir kafeye dünya para veriyoruz. Sırf o karton bardağı elimizde tutmak bile sanki bir statü göstergesi olmuş.
Oysa gerçekten ihtiyacımız olan şey bu değil. Ne daha büyük dolaplar, ne daha hızlı telefonlar, ne de markalı kahveler… Bazen sadece biraz huzur, biraz da sade bir yaşam. Çünkü ne kadar tüketirsek tüketelim, o içimizdeki boşluğu dolduramıyoruz.
Doğayı da unutmamak lazım. Aldıklarımızın çoğu çöpe gidiyor. Her yeni eşya için dünya biraz daha yoruluyor. Biz de borçlarla, stresle yoruluyoruz. Yani aslında bu çılgınlığın kaybedeni yine biz oluyoruz.
Bence ara sıra durup şunu sormak lazım: “Gerçekten buna ihtiyacım var mı?” Cevap hayırsa, en güzel alışveriş yapmamaktır. Hem cebimiz rahatlar hem de ruhumuz.