23 Nisan 2025 günü, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı coşkusunu yaşarken saat 12.49’da İstanbul, Silivri açıklarında meydana gelen 6,2 büyüklüğündeki depremle sarsıldı. Yerin yaklaşık 7 kilometre derinliğinde gerçekleşen bu sarsıntı, başta İstanbul olmak üzere Marmara Bölgesi’nin büyük bir kısmında hissedildi. Neyse ki ciddi bir can kaybı yaşanmadı; ancak bu deprem hepimize bir kez daha deprem gerçeğini ve hazırlıkların ne denli hayati olduğunu hatırlattı.
Sarsıntının Ulaştığı Menzil: Sadece İstanbul Değil
Depremin etkisi yalnızca İstanbul'la sınırlı kalmadı. Marmara ve Ege Bölgeleri’nin birçok ilinde olduğu gibi, Denizli’de de hissedildi. Bu durum, Türkiye’nin farklı fay hatlarıyla örülü yapısını ve bir bölgede meydana gelen sarsıntının geniş bir coğrafyaya nasıl yayılabildiğini bir kez daha ortaya koydu. Sadece İstanbul değil, tüm Türkiye bu gerçeklikten payını alıyor.
Kısa Vadeli Etkiler ve Kurumsal Önlemler
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın açıklamasına göre, deprem sonrası İstanbul'un Fatih ilçesinde metruk bir bina yıkıldı. Herhangi bir can kaybı yaşanmaması teselli edici olsa da, 127 artçı sarsıntının kaydedilmesi tedirginliği artırdı. İstanbul genelinde okullar iki gün süreyle tatil edildi, İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa da eğitime ara verdi. Bu kararlar, olası risklerin önüne geçmek adına yerinde ve hızlıydı.
Uzmanlar Ne Diyor?
Deprem sonrası kameraların en çok yöneldiği isimlerden biri, yer bilimci Prof. Dr. Naci Görür’dü. Görür, bu depremin Kumburgaz Fayı üzerinde meydana geldiğini ve beklenen büyük Marmara depreminin habercisi olmadığını vurguladı. Ancak bir gerçeği de tekrar hatırlattı: İstanbul için 7.0 ila 7.6 büyüklüğünde bir deprem olasılığı hâlâ geçerliliğini koruyor.
Bazı uzmanlar, yaşanan depremin fay hattında biriken enerjiyi bir miktar boşaltmış olabileceğini belirtirken, diğerleri bunun tam tersine stresi artırabileceği yönünde uyarılarda bulunuyor. Bu bilimsel görüş ayrılıkları bize tek bir gerçeği gösteriyor: Risk bitmiş değil, hazırlık şart.
Toplum ve Birey Olarak Sorumluluğumuz
Depremler ne yazık ki engellenemez. Ancak etkileri azaltılabilir. Bireysel olarak yapabileceklerimiz, sadece kendi güvenliğimizi değil, çevremizdekilerin hayatını da doğrudan etkiler.
Öncelikle yaşadığımız binaların depreme dayanıklı olup olmadığını sorgulamalı, riskli yapılar için gerekli iyileştirmeleri yaptırmalıyız. Aile fertlerimizle birlikte bir “acil durum planı” oluşturmak, olası bir sarsıntı anında nasıl davranmamız gerektiğini önceden bilmemizi sağlar. Evde düşebilecek eşyaları sabitlemek, ilk yardım çantası ve acil durum çantası hazırlamak da alınabilecek basit ama hayati adımlardır.
Deprem anında telefonların gereksiz yere kullanılması da ayrı bir risk. Bu tür durumlarda telefon hatları yoğunlaşır ve gerçekten ihtiyacı olan kişilere ulaşım zorlaşır. Bu yüzden yakınlarımıza durumumuzu bildirdikten sonra kısa mesaj (SMS) ya da internet tabanlı mesajlaşma uygulamaları (WhatsApp, Telegram vb.) kullanmak çok daha etkili olur. Acil aramalar için 112 dışında bir numaranın aranması önerilmez.
Toplumsal düzeyde ise yerel yönetimlerin ve kamu kurumlarının deprem senaryolarını düzenli olarak test etmesi, halkı bilinçlendirme eğitimleri vermesi ve özellikle okul, hastane gibi yapıları güçlendirmesi gerekiyor. Ayrıca toplu yaşam alanlarında acil toplanma alanlarının güncel ve bilinir olması da büyük önem taşıyor.
Sonuç olarak, 23 Nisan 2025'te yaşadığımız sarsıntı, sadece fiziksel değil, psikolojik olarak da hepimizi etkiledi. Ama her sarsıntı, bir ders de barındırır. Şimdi bu dersi ne kadar iyi çalışacağımız, gelecekte vereceğimiz sınavda ne kadar başarılı olacağımızı belirleyecek.
Unutmayalım: Deprem değil, ihmal öldürür.