Türkiye’de ahlaki düzeyin hangi noktada olduğunu sorgulamak, sadece bireylerin etik tercihlerini değil, toplumsal yapıların nasıl şekillendiğini de analiz etmeyi gerektirir.

Lawrence Kohlberg’in ahlaki gelişim evrelerini temel alarak ülkemizi değerlendirdiğimizde, genel olarak geleneksel düzeyde (evre 3-4) kaldığımızı söylemek mümkün. Yani ahlaki kararlarımız, çoğunlukla "Başkaları ne der?" ve "Kurallar olduğu için uymalıyım." ilkeleri etrafında şekilleniyor. Peki, bu gerçekten sağlıklı mı?

Kurallara uyuyor muyuz, yoksa uyuyor gibi mi yapıyoruz?

Türkiye’de birçok kişi ahlaki kararlarını toplumsal baskı ve otoritenin koyduğu kurallar doğrultusunda veriyor. Ancak asıl sorun, bu kuralların içselleştirilmemesi. Örneğin, kırmızı ışıkta geçmemek gerektiğini hepimiz biliyoruz, ancak trafik polisi yoksa ya da yakalanmayacağımızı düşünüyorsak ışık ihlali yapmakta tereddüt etmiyoruz. Benzer şekilde, vergiler, kamu malı kullanımı, çevre duyarlılığı gibi konular da bireysel faydaya dayalı bir ahlaki anlayışla ele alınıyor. Yani "yakalanmazsam etik ihlal yapabilirim" mantığı yaygın.

Bireysel çıkar mı, toplumun menfaati mi?

Ahlaki gelişimde bir üst aşama olan gelenek sonrası düzey (evre 5-6), bireylerin etik ilkeleri içselleştirmesiyle mümkün. Ancak Türkiye’de bu seviyeye ulaşan bireylerin sayısı oldukça az.

Kamu malını koruma bilinci zayıf: "Devletin malı deniz" anlayışı hâlâ yaygın.

Adalet duygusu kişiselleştiriliyor: Haklıdan çok güçlü olanın kazandığı bir düzenin varlığına inanılıyor.

Özgürlük ve sorumluluk dengesi eksik: Kendi haklarımızı savunurken, başkalarının haklarına ne kadar saygı duyuyoruz?

Ahlaki eğitimi kurallardan bağımsız olarak ele almalıyız. Sadece ceza ve ödül sistemiyle değil, vicdan gelişimine dayalı bir etik anlayışı teşvik etmeliyiz.

Bireysel çıkarcılıktan uzaklaşıp toplumsal faydayı düşünmeliyiz. "Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın" anlayışından kurtulmadan ahlaki gelişim mümkün değil.

Güçlünün değil, haklının kazandığı bir düzen oluşturmalıyız. Adalet mekanizmasına olan güven, bireylerin etik davranışlar sergilemesinde kritik bir rol oynar.

Türkiye’nin ahlaki gelişimi, "Başkaları ne der?" kaygısından "Benim vicdanım ne diyor?" sorgulamasına geçtiğinde yükselmeye başlayacak.

Unutulmamalı ki ahlaki bilinç, yalnızca yetişkinlikte gelişmez. Ahlak eğitimi ailede başlar, toplumsal normlarla güçlenir. Çocuklara yalnızca “doğru”yu öğretmek yetmez; bu doğruların neden önemli olduğunu hissetmeleri sağlanmalıdır. Vicdan ise bu hissin temelidir. Bir davranışı ceza korkusuyla değil, içsel bir sorumlulukla reddetmek, ancak küçük yaşlarda geliştirilen empati, adalet ve sorumluluk duygusuyla mümkündür. Çocuklara iyi model olmak, duygularını tanımalarına alan açmak, paylaşma ve empati fırsatları sunmak ahlaki gelişimi destekler. Çünkü vicdan, çocukken duyulmaya başlanan bir sestir.

Ancak bu dönüşüm için hem bireysel hem de kurumsal düzeyde büyük bir zihniyet değişimi gerekiyor.

Belki de asıl soru şu: "Türkiye gerçekten ahlaki olarak gelişmek istiyor mu?"