Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu’nun “2025 Yılı İlk 9 Ayında Kadın Cinayetleri” rapor, her birimizi derin bir utanç ve acıya sürüklüyor. Bu sadece bir istatistik değil, 290 parçalanmış hayatın, arkada kalan gözü yaşlı annenin-çocuğunun ve kanayan bir vicdanın dökümüdür. Yılın henüz ilk dokuz ayında bu topraklarda 290 kadın erkekler tarafından hayattan koparıldı. Rakamların ötesine geçtiğimizde ise, kayıt altına alınan 290 ölümün 219’u cinayet, geriye kalan 71’i ise “şüpheli ölüm” olarak geçiyor. Şüpheli ölümlerin bu denli yüksek olması bile, kadınların huzur ve güvenlik arayışının ne denli büyük bir tehdit altında olduğunu gösteriyor.

Diğer yandan belki de en ağır ve sarsıcı gerçek ise şiddettin mekanıyla ilgili. Cinayete kurban giden kadınların yüzde 63.5’i kendi evlerinde gerçekleşti. Evimiz, huzur ve güven alanımız olmalıdır. Bu oran gösteriyor ki kadınlar için en güvende hissetmeleri gereken yerlerin bile birer tehlike mekanına dönüştüğünü haykırıyor.

Kurban profillerine baktığımızda, acı daha da katlanıyor. Yılın ilk 9 ayında öldürülen kadınların yüzde 45’i 19-35 yaş aralığında. Onlar, gençliğinin baharında, potansiyel dolu yıllarında, yavrularına doyamadan yaşamdan koparılıyorlar. Cinayetlerin büyük çoğunluğu ya aile içinden erkekler ya da boşanma/ayrılma aşamasındaki eşler/partnerler tarafından işleniyor. Bu, bir kadının ayrılma kararının dahi ölüm fermanına dönüşebileceği gerçeğini yüzümüze vuruyor.

Öldürülme yöntemleri incelendiğinde, en yaygın yöntemin ateşli silahlar olduğu görüldü. Araştırmaya göre, ilk 9 ayda tam 147 kadın ateşli silahla yaşamını yitirdi. Bu raporun her bir sayısı aslında vicdanımızı tırmalayan, uykularımızı kaçırması gereken birer uyarıdır. Kadın cinayetleri basit birer adli vaka değil, toplumsal şiddettin, cinsiyet eşitsizliğinin en ağır sonucudur.

Bu vahim tabloyu kırmak için sadece yasal düzenlemeler değil, aynı zamanda toplumsal bilincin ve eğitim süreçlerinin de köklü bir dönüşüm geçirmesi şart.