Türkiye'nin sokaklarında yemek her zaman oldukça popüler olmuştur. Midye, kokoreç, kumpir... Bu hem bir bağımlılık hem de bir kültür.
Ancak geçtiğimiz gün bir ailenin sokak satıcılarından aldıkları midyelerden gıda zehirlenmesi geçirmesi, bu tür cazibe merkezlerinin artık o kadar da çekici olmadığını hissettiriyor. Çünkü bu sokak satıcılarını gördüğümüzde ağzımız sulanıyor ama aklımız geride kalıyor. Ürünün nereden geldiklerini, nasıl korunduklarını veya gün boyunca nelerle karşılaştıklarını bilmiyoruz. Ve çoğunlukla, sorduğumuzda tatmin edici cevaplar alamıyoruz. Ama özellikle deniz canlıları – midyeler yaşadıkları suda etraflarındaki her şeyi emerler ve bu suyun temiz olduğundan emin olmadığımız sürece, bu midyelerin de temiz olduğundan emin olamayız.
Bunun yanında sokağın temizliği de bambaşka bir tartışma. Toz, egzoz, sıcaklıklar ve kalabalık; İnsanlar gün boyu bu stantların etrafını sarıyor. Temizlik anlayışı ise tamamen satıcının insafına kalmış durumda. Yanımızdan geçip gidiyoruz ve "bu iyi, hiçbir şey olmayacak" diye düşünüyoruz ama bazen oluyor. Bazen hafif bir mide rahatsızlığı, bazen hastanede geçen bir gün.
Ancak bu demek değil ki sokak lezzetlerini hayatımızdan çıkaralım. Bu kültür devam etmeli; sadece bu konuda daha dikkatli olmamız gerekiyor. Satıcıların, tüketicilerin ve denetleyen kurumlar açısından daha bilinçli ve daha kontrollü bir süreci hak ediyoruz. Çünkü mesele sadece bir tabak midye değil; sağlığımız.
Lezzet kalsın, risk azalsın.
Gerisi yine limonu sıkıp keyfini çıkarmak.