Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, insanlığın en karanlık dönemlerinden biri olan, korkunç yıkımlara ve bir soykırıma sahne olan İkinci Dünya Savaşı’nın ardından, 10 Aralık 1948’de İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni kabul etti.
Amaç çok netti: Bir daha asla…
Aradan tam 75 yıl geçti.
Bugün yine 10 Aralık.
Yine “İnsan Hakları Günü” diyoruz.
Ama ne yazık ki sahne pek de değişmiş görünmüyor.
Dünyanın bir köşesinde bombalar düşerken, başka bir köşesinde çocuklar açlığa teslim edilirken, insan haklarının “evrenselliğini” ne kadar konuşabiliyoruz, orası büyük bir soru işareti.
Yaşam hakkı… en temel hak…
Hâlâ kimi coğrafyalarda tartışmalı, hâlâ kimi hayatlar diğerlerinden daha değersiz sayılıyor sanki.
Sadece tek bir yer değil.
Dünyanın pek çok farklı noktasında insanlar bugün de en basit hak için, yani yaşamak için mücadele vermeye devam ediyor.
Bu tablo bize şunu açıkça gösteriyor:
İnsan hakları mücadelesi, önce herkesin bu haklara gerçekten sahip olduğunun kabul edilmesiyle başlar. Aksi halde tüm bildirgeler yalnızca kâğıt üzerinde kalır.
Eşitlikten söz ediyoruz, özgürlükten söz ediyoruz…
Ama bu kavramlar, bazı insanlar için hâlâ yalnızca birer temenni.
Bazıları haklarını doğuştan alırken, bazıları ömrü boyunca o haklara ulaşmaya çalışıyor.
Yine de vazgeçmiyoruz.
Eşitlik ve özgürlük için verilen temel insan hakları mücadelesini destekliyor, 10 Aralık’ı barış umuduyla anıyoruz.
Çünkü umut kalmazsa, hak da kalmıyor geriye.
Ve insanın, insanca yaşama hakkı…
Hâlâ en büyük mücadele başlığı olarak önümüzde duruyor.